KAÇAK MAZOT NEREYE SIZIYOR?


KAÇAK MAZOT NEREYE SIZIYOR?

“PKK nereden beslenir?” diyerek dün ara vermiştik…
Teröristler;
Dağlardaki mağaralarda, yokluk ve sefalet içersinde mi yaşıyor?
Doğru dürüst yiyecek bulamıyor mu?
Üstündeki giyecekleri paspal, pis, eski mi?
Ekranlarda sık sık gördüğümüz tahrip edilmiş, bombalanmış ya da teröristlerce terk edilmiş mağara ve sığınak görüntüleri, teröristin tüm yaşantısını mı yansıtıyor?

KART KURT DİYEN ÇAPULCULAR


“KART KURT” DİYEN ÜÇ BEŞ ÇAPULCU!

“Kürt diye bir şey yoktur. Bu, Güneydoğu'daki insanlarımızın, karda yürürken ayaklarından çıkan kart kurt diye seslerden oluşmuş bir kavramdır.”
Bu sözler sıradan bir vatandaşa ait değil… Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. Cumhurbaşkanı Sayın Evren’e ait…
“Dağdaki üç beş çapulcu bunlar!”
10 yıla yakın bir zaman kuluçka dönemi yaşayan ve 1984 yılında ayyuka çıkan PKK terör eylemleriyle ilgili ilk değerlendirmelerden birisiydi bu sözler… Peki bu sözler kime aitti?
8. Cumhurbaşkanımız Sayın Özal’a…
"Ben Kürt meselesi diye bir mesele kabul etmiyorum. Onu kabul ederseniz Türkiye'yi bölersiniz"
Tehlike karşısında kafasını kuma gömen Deve Kuşu’nun mantalitesini yansıtan bu sözler ise 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel’e ait…
Kart kurt sesleri eşliğinde dağdaki üç beş çapulcu olarak gördüğümüz terör örgütünün politikası karşısında kafamızı kuma gömdüğümüz için bu günlere geldik!
On yıllar boyunca da terörle mücadeleyi benden 5 gittiyse senden 10 gitsin mantığı ve bir spor müsabakasının skor tabelası hamasetiyle yürüttük!

Atasözü ve Deyimlerdeki İşgal


ATASÖZÜ VE DEYİMLERDEKİ İŞGAL


Son asırda sömürgeci zihniyetin yeni bir işgali ile çepeçevre sarılmış vaziyette Türkiye toprakları…

Atasözü ve deyim işgali!

Gaye bellidir:

Türk Milleti’nin ve medeniyetin zirve noktasını yaşadığı Anadolu topraklarını mesken tutanların dini,ahlaki, kültürel, örfi değerlerini değersizleştirmek!

On yıllardır ince ince işlenen bir tezgahın ürünüdür dilimize sonradan sızdırılan atasözü ve deyim hainleri! 

ÜZÜMÜNÜ YE, BAĞINI SOR!


ÜZÜMÜNÜ YE, BAĞINI SOR!

Kastamonu İlim Yayma Cemiyeti’nin “Genç Yüreklerin Fethi” projesi hız kesmeden devam ediyor…
Özellikle proje kapsamında yapılan konferansların hepsi de birbirinden ilginç, birbirinden önemli, birbirinden dikkat çekici konuları ve konukları Kastamonu insanıyla buluşturuyor…
Genç Yüreklerin Fethi kapsamındaki ilk konferansı verme onurunu nacizane şahsımız yaşamıştı. 16 Kasım 2012 tarihinde “Mehmet Akif ve Kastamonu” konusu ile İlim yayma Cemiyeti Konferans salonunda dilimizin döndüğünce, cehaletimizin el verdiğince Mehmet Akif’i ve Akif’in şahsiyetinde ve çalışmalarında yükselen Kastamonu değerini anlatmaya gayret etmiştik…
Konferanslar muntazaman devam etti…
Yapılan 8 konferans etkinliği de genç yürekleri aydınlatan konu ve konuklara ev sahipliği yaptı…

YERLİ MALI TÜRKÜN MALI


YERLİ MALI TÜRKÜN MALI


Yerli malı Türk’ün malı
Her Türk onu kullanmalı…

İlkokul sıralarında ezberlediğim iki satır…
Eminim ki büyük bir çoğunluğumuzun da zihninde dolanmakta bu iki satır…
Ama sadece ezberimizde!
Ya uygulama?

Her şeyde olduğu gibi sadece ezberliyoruz!
Körü körüne…
Ve bilerek ya da bilmeyerek TAKİYYE yapıyoruz!

YUNUS MÜREBBİ


YUNUS MÜREBBİ
Şehirler destanları, efsaneleri, hikayeleri ile can bulur…
Kahramanlarıyla yaşar…
Evliya ve enbiyaları ile huzura sarılır…
Kimi şehirler vardır ki;
Olmayan tarihinin bit pazarında tarih arar…
Bulduğu ufacık kırıntıları büyüteçle devleştirir ancak…
Kimi şehirler de vardır ki;
Şüheda fışkırır her karış toprağından…
Evliya – enbiya yatar maneviyat kokan toprağında…
Kahramanlık hikayesi mi?
İstemediğin kadar fazladır…

EFENDİME İNTİZAR


EFENDİME İNTİZAR



1381 yıldır kulaklarında ümmetinin,

Cihana son seslenişin…

…..

Canlarımızın, mallarımızın, namuslarımızın mukaddes olduğuna inandık…

Asırlardır canlarımız gidiyor;

Kundaktaki bebekler katlediliyor…

Petrollerimiz, altınlarımız, madenlerimiz, zenginliklerimiz adına SÖMÜRGECİ denilen zihniyetlerce talan edilirken; bu talanın önündeki insanlar öldürülüyor…

Kadınlarımız, kızlarımız sistematik, vahşi, ahlaksız, hayvanca, şerefsizce, namertçe ve ölümden bin beter işkence yöntemleriyle kirletiliyor…

Senden sonra eski sapıklıklarımıza döndük…

Kantarın Topuzu Kaçmasın


KANTARIN TOPUZU KAÇMASIN


Siyaset…

Arapça “Seyis” yani “At Bakıcısı” kelimesinden türeme…

Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı olarak ifade edilebilir genel manasıyla…

Siyasetçi ise yukarıda ifade edilen fiili gerçekleştirme vaadi, savı ve projesi ile kamuoyunun karşısına çıkan kişidir, benim tanımımla…

Yani siyasetçi;

Ey vatandaş, “bu ülkeyi, bu ili, bu ilçeyi ben daha iyi yönetirim” diyerek meydanlarda arz-ı endam eder ve projelerini seçmenle paylaşır.

Seçim dönemi dışında ise;

Seçmenin çoğunlukla üzerinde karar kıldığı siyasetçi, yaptığı icraatları ile;

Seçmenin arka sıralarda yer verdiği siyasetçi ise iktidarın yapamadıkları ile bir sonraki seçim dönemi için heybesini doldurma gayretinde olur…

Bu normaldir!

İktidar “yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır” derken;

Muhalefet “iktidarın yapamadıkları benim yapabileceklerimin teminatıdır” savıyla çıkar arenaya…

Kantarın topuzu kaçmadığı müddetçe olması gereken de budur…

Kendisi adına ülkeyi yönetecek olanları seçen halkın; iktidarın performansını değerlendirebilmesinin en sağlıklı yolu; muhalefet denilen bir erkin varlığıdır. Çünkü muhalefet iktidarı halk adına izler, denetler ve uyarır.

Olması gereken budur!

Muhalefet genelde iktidarın olumlu, faydalı, güzel icraatlarını halının altına süpürme; yapamadıklarını, yanlış ya da eksik yaptıklarını ise vitrine koyma düsturuyla hareket eder.

Bu da normaldir! Bir sonraki seçimde sandık başında rakibi olacak bir siyasiye kim seçmen gözünde artı puan kazandırır ki?!

İktidar da muhalefetin vitrine koyduklarını görmezden gelip, halının altındakileri vitrinine taşımayı düstur edinir.

E, bu da normaldir!

Kim kendi ayağına kurşun sıkar ki?!
Genelde de yerelde de siyaset üç aşağı – beş yukarı bu minval üzere seyreder…

Kimse iktidarı icraatlarını anlatıyor diye suçlayamayacağı gibi,

Muhalefeti de iktidarı eleştirdiği için suçlayamaz…

Her iki cenah da yapması gerekeni yapıyordur…

Burada hassas nokta:

KANTARIN TOPUZUDUR!

Genel siyaset konusunda kelam edemem…

O husus Türkiye’nin tanınmış, önde gelen, kaleminin hatırı toplum nezdinde okkalı olan ustaların sahası…

Ama yerelde…

Memleketimin siyaset arenasındaki gladyatörlerinin kapışmasında KANTARIN TOPUZU terazisi bir Kastamonulu olarak, bir Kastamonu sevdalısı olarak nacizane beni ilgilendirir…

Son günlerde Kastamonu Belediyesi, Emin Çınar ve MHP teşkilatı ile AK Parti ve Mustafa Gökhan Gülşen arasında yaşanan siyasi polemik, beni derinden üzmekte…

Kim haklı, kim haksız?!

Sorusundan ziyade, bu kısır döngü, bu tartışma, bu üslup, bu bel altı darbeler Kastamonu’ya ne kazandırıyor? Sorusu benim beynimde dolaşan!

Türkiye geneline sirayet eden siyasi üslubun Kastamonu yereline de bulaştığını görmek istemiyorum bir vatandaş olarak…

“Kastamonu Değerler Projesi” nin papatyasındaki sevgi, saygı, hilm, dostluk, barış dallarından birer demet gönderiyorum;

Kastamonu Belediyesi, MHP Teşkilatı, Emin Çınar, AK Parti  ve Mustafa Gökhan Gülşen’e…

Ben sizleri omuz omuza, el ele, mütebessim çehrelerle görmek istiyorum…


Kantarın Topuzu


KANTARIN TOPUZU

“İyi günler bey amca, camda kiralık yazısını gördüm. Kaç lira acaba kirası?”
“Öğrenci misin?”
“Hayır! Bir devlet dairesinde memurum.”
“Kaç lira maaş alıyorsun?”
“İki bin lira.”
“Peki eşin çalışıyor mu?”
“Yok bey amca, ev hanımı kendisi.”
“Çocuk var mı?”
“İki tane, ellerinden öper.”
“Okuyorlar mı?”
“Büyüğü 8. Sınıfa, küçüğü 5. Sınıfa gidiyor.”
“Yapma ya! Delikanlı sen bu halinle bu evi kiralayamazsın!”
“Ne kadar istiyorsun, belki orta yolu bulabiliriz.”
“Yok delikanlı, yok. Sen tutup ayda 700 lira kira veremezsin. Üstelik 2 bin lira da kömür parasını peşin vermen gerekiyor. Çünkü kömür alındı ve önceki kiracı tarafından ödendi. O çıkınca mecburen iade ettik yakıt parasını. Yeni oturan kiracı bu parayı da ödemek zorunda… Sen bütün bunları kaldırabilir misin?”
“Nerde bey amca?! Peki buralarda başka kiralık ev var mı, biliyor musunuz bey amca?!”
“Var, var olmasına da bulabileceğin en ucuz ev işte buydu. Şu karşı sitede var mesela bir daire, 900 lira!”
“merakımdan soruyorum bey amca, çıkan kiracı kaça oturuyordu?”
“Orasını karıştırma!”
“İyi günler Amca, kiralık mı bu daire?!”
“Evet delikanlı.”
“Kaç lira Amca?”
“Öğrenci misin?”
“Evet!”
“Kaç kişi kalacaksınız?”
“Üç arkadaş kalacağız Amca.”
“O zaman 750 lira!”
“Peki dört kişi kalsaydık?”
“O zaman bin lira olurdu?”
“Ne yani kişi başı mı belirliyorsun Amca kirayı?”
“İşine gelirse evladım!”
“Peki ben tek kalsam kaç lira olur?”
“Tek kalsan da 750 liradan aşağı olmaz delikanlı!”
“Peki Amca, sana iyi günler!”
Yukarıda yazılan diyaloglar masa başında kafadan sıkma diyaloglar değil!
Kastamonu’da yaşanan olaylardan çok küçük birer kesit!
Ev kiraları dudak uçuklatacak seviyeye geldi!
Geçtiğimiz yıl boyunca Rektör Seyit Aydın başta olmak üzere bir çok kişi gırtlağını yırttı, YURT problemi yaşayacağız, diye!
Bu sene Kastamonu Üniversitesi’ nin öğrenci sayısı 3 bin civarında arttı. Ne var ki öğrenci sayısı artarken öğrencinin barınacağı yurt sayısı yerinde saydı!
Durum böyle olunca da fırsatçılara gün doğdu!
Yurtlarda yer bulamayan öğrenciler kiralık ev bulma yoluna girdi.
Yaz aylarında 300 – 400 lira arasında olan kiralık evler, Eylül ayından itibaren 700 lira sınırının üzerine fırladı!
Üstelik 700 lira aylık kirası olan bu evler, genellikle iki odalı, 70 – 90 metrekarelik apartman daireleri… Bunun kaloriferlisi de sobalısı da değişmiyor! Şöyle üç oda bir salon, kaloriferli, site içinde bir daireye ise yaklaşmanız imkansız!
Öğrencinin yurt sıkıntısı ne yazık ki sadece öğrenciyi değil halkı da etkiledi!
Ev kiralarının tavan yapması, yurt sıkıntısının had safhaya ulaşması kiralık ev bulmayı bile neredeyse imkansız hale getirdi!
Boş olan daireler de kendilerini “koyunun olmadığı yerdeki Abdurrahman Çelebi” sınıfına koyarak, lüks villa fiyatı biçiyorlar!
Eğer yakında “oturduğu daireden çıkarılan şahıs bütçesine uygun ev bulamadığından sokakta yaşıyor” tarzında bir haberle karşılaşırsanız, şaşırmayın!
Gidişat hiç iç açıcı değil!
Elbette mülkün sahibi istediği fiyatı belirler evini kiralarken…
Ama kantarın topuzu kaçınca…
Allah muhafaza!?

En Değerli Yaprak


EN DEĞERLİ YAPRAK

Kastamonu Valisi Erdoğan Bektaş’ın himayesinde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğünün lokomotifliğini yaptığı, Belediyeden üniversiteye, vakıflardan müftülüğe, jandarmadan polise, milli eğitimden kaymakamlıklara toplumla direkt iletişimde ve ilişkide bulunan bir sürü kurumun oluşturduğu vagonlara yüklenen ecdad yadigarı değerlerimiz geçtiğimiz Nisan ayında çıktığı yolculukta geçen gün ilk istasyon molasını verdi…
Biraz uzun bir cümle oldu, biliyorum…
Değerler Şehri Kastamonu projesinin 1. Koordinasyon toplantısını bir cümleyle özetlemeye çalışırsanız, yukarıdaki gibi uzun bir cümle çıkması normal!
Bugün basını okuduğumda gördüğüm manzara; Toplantıda “Değerler Papatyası” yapraklarında yer bulamayan Hilm değeri, Batı’daki NGO sistemi ve Vakıflar Kurumu’na getirilen ağır eleştiri dikkat çekti.
Benim dikkatimi ise Vali Bektaş’ın NGO sistemi ile ilgili sözleri çekmişti. Daha doğrusu kürsünün birinci basamağında Avrupa ve Amerika’daki sivil toplum örgütü anlayışı ile ecdadın Vakıf Müessesesi olmalıydı!
Katar’ın lokomotifi olan İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü Mustafa Korkmaz’ın “Sevgi” ana başlığı altında Kasım ayının ilk yarısında ön plana çıkaracakları değer olarak ifade ettiği Hilm değerini beynimize nakşederken sanırım Sevgi ana başlığını es geçtik birçoğumuz. Ve hiç takılmamamız gereken bir yere takıldık!
Asıl takılmamız gereken yer, Katar’ın lokomotif ardındaki vagonlarından çoğunun yüksüz, yolcusuz, bomboş seyahate devam etmeleri olmalıydı halbuki!
Bu arada “Değerler Şehri Kastamonu” projesinin gerek kurum ve kuruluşlarımız, gerek sivil toplum örgütlerimiz, gerek basınımız ve gerekse de toplum nezdinde yeterince bilinmemesi, anlaşılmaması da önemli bir problem olarak duruyor projenin önünde!
Ve projeye farkındalık oluşturmak da sanırım medyamıza düşüyor!
Toplantıda belki de en ağır eleştiri Vakıflar Bölge Müdürlüğüne yapıldı! Kastamonu Üniversitesi temsilcisi olarak söz alan akademisyenimizin, Vakıf Kültürü hakkında bilgi veren birçok belgenin Kastamonu’dan Ankara’ya gönderildiğini hatırlatarak sarf ettiği “ Bu belgelere çalışmalarımız için dahi olsa ulaşamıyoruz. Vakıflar Bölge Müdürlüğü bunları muhafaza edemiyorsa, versin biz muhafaza edelim” sözü, toplantıya damga vuran hususlardan birisi oldu.
Keşke eleştiriyi getiren akademisyenimiz, Kastamonu ve Vakıf kültürü adına bugüne kadar yaptığı ya da yapmaya çalıştığı çalışmaları da belirterek, belgelere ulaşma noktasında çektiği çilelerden örnekler verseydi de, aydınlansaydık!
Vakıflar Kurumu yetkilisinin, kurumun Kastamonu’da 1998 yılında teşkilatlandığını, söz konusu belgelerin bir hanın depolarında çürümeye terk edilmiş halde bulunduğunu ve uzman ekiplerce ele alınması için Genel Müdürlüğe nakledildiğini, bununla beraber Genel Müdürlük nezdinde tüm belgelerin tasnifinin yapılıp mikro filmlerinin çekildiğini ve isteyen her araştırmacının bu bilgi ve belgelere rahatlıkla ulaşabildiğini ifade ettiği cevabı niye güme gitti, anlayamadım?!
Özellikle Osmanlı Devleti döneminde zirve noktasına ulaşan Vakıf Müessesesi’ ni kendi kültürüne monte eden, bununla da kalmayıp cillop gibi bir modifiye yanında, motorunu da yenileyerek NGO yani ( Non-Governmental Organization) etiketiyle işleyen Batı’nın bugünlerde bize bizim değerlerimizi pazarlaması ve tavsiyelerde bulunması “güler misin ağlar mısın” ın çok ötesinde bir vahamet!
Vali Erdoğan Bektaş; “Batı bizden aldığı vakıf değerini geliştirmiş, “Non-Governmental Organization” yani Sivil Toplum Örgütü diye isimlendirmiş ve şimdi bu sistemi bize dayatıyor!” ifadeleriyle aslında hepimizin şapkasını tek tek düşürdü önümüze!
Fransa’nın temizliği bizden öğrenip, bugün dünyanın temizlik ve kozmetik ürünler lideri olarak bize temizlik dersi vermesi kadar vahim...
Amerika’ nın, Almanya’nın ve hatta İngiltere’nin Osmanlı’daki eyalet sistemini alarak “içindeki adalet, eşitlik, vicdan olgularını pasifize ederek” geliştirip, muasır medeniyetler olması kadar düşündürücü...
İlmi sahalardaki keşiflerin, buluşların, icatların ezici bir çoğunluğunun ilk nüvelerini veren İslam ve Türk medeniyetinin, ağacın meyve vereceği noktada araziyi Batı’ya bırakmaları kadar üzücü…
Değerler Şehri Kastamonu, bizim değersizliğimizin değil, tam tersine değerimizin bir göstergesi aslında!
Sahip çıkmamız, geleceğe taşımamız, geliştirmemiz ve evvelimizde olduğu gibi zahirimizde de dudak uçuklatmamız gereken değerlerimize değer vermek bizi değersizleştirmez!
Ve sanırım en büyük değerimiz Batı’nın NGO’ya dönüştürdüğü Vakıf Sistemi…
2. Koordinasyon toplantısında tüm vagonların yüklerini almış olması temennisiyle…

Engel Nerede?


ENGEL NEREDE?!

Adı: Özgür Bostancı…
46 yaşında…
10 yıl öncesine kadar yürüyebilen, işine gidebilen, konuşabilen bir insandı…
Aileden gelen ırsi bir kas erimesi hastalığının doğumundan itibaren günden güne ilerlediğinin farkında değildi…
Bu sinsi hastalık 10 yıl önce kendisini tekerlekli sandalyeye mahkum etti.
Kas erimesi hastalığının vücudundaki bütün fonksiyonları yavaş yavaş elinden aldığı yıllar boyunca hiç isyan etmedi! Ağlamadı!
Tekerlekli sandalyeye mahkum olduğunda, konuşma yeteneğini kaybettiğinde gözlerinden akmayan yaş Cumartesi günü aktı…
İsyan bayrağına sarılmayan yüreği Cumartesi günü göndere çekti bayrağı!
3. ligde mücadele eden Kastamonuspor’un Sandıklıspor ile oynayacağı maçı izlemek ve takımına destek vermek gayesiyle oğlu Kerem eşliğinde stada gelen Özgür, TFF Gözlemcisi tarafından “bugün maç sert geçecek” gerekçesi eşliğinde geri çevrildi!
Bütün isyanını en çok değer verdiği KSK şapkasında toplayarak başındaki KSK şapkasını görevliye doğru fırlatarak döndü ve Sakatlar Derneği’nin yolunu tuttu…
Yol boyunca gözünden akan yaşların kaldırımda bıraktığı iz, aslında toplumsal bir yaranın derin iziydi…
Olukbaşı mevkiinden eski Belediye hizmet binasına uzanan mesafede, akülü  sandalyede yapılan yolculuğu tahayyül edin…
Bu yolculuk esnasında bir an olsun dinmeyen gözyaşları ıslatsın yüreğinizi…
Ve Özgür’e hayatın biçtiği rolü sahnede oynadığınızı düşünün…
Ancak o zaman Özgür’ü bir nebze olsun anlayabilirsiniz!
Sakatlar Derneği Başkanı Serhat Yolasığmazoğlu’nun telefonuyla ara vermiştim TSD Forum Kastamonu dergisinin mizanpajına…
Sesi titriyor, kelimeleri cümle haline getirmekte zorlanıyordu…
“Derneğe gelebilir misin?” dedi…
25 dakika sonra dernekteydim…
Özgür’ün, oğlu Kerem’in ve Serhat başkanın gözleri kıpkırmızıydı…
Özgür, statta meydana gelen olayın ardından tek sığınağı Sakatlar Derneği’nin yolunu tutmuş, derdini başkana anlatmıştı!
Bir işgüzar görevli, her hafta girdiği stat ile arasına perde olmuş; “bu haftaki maçın sert geçeceği, kendisine top çarpabileceği” duyarlılığıyla (!) Özgür’ün en doğal hakkı olan KSK’ ya destek vermek ve maçı izlemek hürriyetine pranga vurmuştu!
Başkan;
“İçime sindiremiyorum” dedi.
“Her hafta engelliler maça gidebilirken bu hafta böyle bir tavır neden?” diye sordu…
“Özgür kardeşimiz yüreği KSK sevdasıyla çarpan bir taraftar. Başındaki KSK şapkası en çok değer verdiği eşyası. Kendisine yapılan muamele karşısında en çok değer verdiği şeyi fırlatıyor görevliye. Tepkisini ancak böyle gösterebiliyor, isyanını bu hareketle anlatabiliyor! KSK Başkanı’na sesleniyorum: Bu taraftarınıza sahip çıkın, memleketinin takımına yüreğini veren engelli taraftarlarınıza sahip çıkın. Bu üzücü hadisenin KSK takımından ve Gençlik Spor İl Müdürlüğünden kaynaklanmadığını biliyoruz. Ancak böylesine bir muamele karşısında KSK’ nın taraftarına sahip çıkmasını bekliyoruz!” mesajını iletmemi istedi.
KSK yönetiminin Özgür’e ve diğer tüm engellilere kucak açacağına, stadımızın her vatandaşımıza açık olduğuna, engellilerin de takımlarına destek vermelerinin en doğal hakları olduğuna inandıklarını biliyorum.
Engelli kardeşlerimizin önüne en büyük engeli koyan zihinlerdeki “sakat” anlayışının bir tezahürü olan Özgür’e yapılan muamele tüm engelli kardeşlerimizin yüreklerini sızlattı!
KSK başkanı gönüllerini alacaktır, almalıdır!

NOT: Engelli vatandaşımız Özgür Bostancı, maçın sert geçeceği gerekçesiyle “bu maça engelli alamıyoruz” dendiğini belirtirken; GHSİM yetkilileri dün yaptıkları yazılı açıklamada “Engelli vatandaşımızın daha önce müsabakaları izlediği protokol tribünü önündeki yerinde müsabakayı izleyemeyeceği ile ilgili karar TFF Gözlemcisi tarafından engelli vatandaşımızın müsabakayı izleyeceği noktanın oyun alanına yakınlığı gerekçesiyle şiddetli top çarpmalarının meydana gelebileceği ihtimaline karşılık değiştirilmek istenmiş, fakat bu teklif engelli vatandaşımız tarafından kabul görmemiştir.” ifadelerine yer verdi.
Olay her ne şekilde cereyan ettiyse, sonuçta bir engelli vatandaşımızın gözünden akan yaş önemli… Haklı – haksız meselesine takılıp kalınmadan, yüreği incinen Özgür’ün gönlünün alınması gerekli diye düşünüyorum.
Ve KSK Başkanı’ndan ricam, Özgür’e bir KSK forması ile yapacağınız ziyaret kendisini de engelli kardeşlerimizi de Sakatlar Derneği’ni de mutlu edecektir…